“Irmak ve Deniz olacak isimleri. Kâğıt helva da alacağız onlara ama şeker yedirmeyeceğiz. Tüm pazar günümü onlarla geçireceğim. Hem ikisine de kâğıttan gemi yapmayı öğreteceğim. Deniz’e oyuncak da olsa silah almak yok. O kamyonlarla oynayacak. Irmak, Ayşegül okuyacak. Karton bebeklere kâğıt elbise giydirecek.”
“Şu elbiseyi giyin lütfen.” Titreyen elleriyle hemşirenin ellerine değmemeye özen göstererek aldı koyu yeşil elbiseyi. Kalbi, göğüs kafesini zorluyordu. Yutkunmaya çalıştı. Olmadı. Yürüdü. Yine yutkunamadı. Gırtlağına çökmüş bir çöl sıcağı hissetti. Kapıyı kapattı. Mavi elbisesini çıkardı. O an gökyüzü yüzüne çöktü. Gırtlağındaki kuraklığı tuzlu bir suyla giderdi. Sütyeninin arasına iliştirdiği göğüsleri sudan yeni çıkmış bir balık gibi çırpınıyordu. Gene yutkunamadı. Dışarı çıktı. Az önceki sesi duydu. “Buradan lütfen.”
İçinde binlerce kelime bir birine çarparak yok oluyordu. Başının ağırlaştığını hissetti. Sesleri net duyamıyordu. Görüntüler sabit değildi. Bir odaya girdi, bembeyaz bir odaya. “Ölmek ya da öldürmek” dedi kısık ve acı bir sesle. Havada bir yerde asılı kaldı sözcükleri.
“Irmak ve Deniz olacak isimleri. Kâğıt helva da alacağız onlara. Kâğıttan gemi. Silah yok. Ayşegül. Kâğıt bebekler. Kâğıt elbise. Lanet olsun her şeye. Sana da. Kaltak. Seni seviyorum. Irmak ve Deniz olmalı isimleri.”
Beyninin içinde yankılanan bu tok sesi silmek istedi. Beceremedi.
“Hanımefendi lütfen şöyle oturun. Bacaklarınızı ayırın ve şu iki demire yerleştirin.” Demirin soğukluğunu hissetti aniden. Göz kapakları açılıp kapandı. Karşıya bakmaya çalıştı. Uçsuz bir yeşildi gördüğü. Bacaklarında bir sıkılık hissetti.
“Kemeri nereye sakladın. Kaltak. Oyuncak silah almak yok. Para yok. Yok. Allah belanı versin. Irmak, Ayşegül okuyacak. Seni seviyorum. Yetmiyor. Ters yapacağız bu gece. O ellerini kırarım senin. Ağlamayı kes. Ama şeker yedirmeyeceğiz.”
Kaval kemiği üzerindeki morluğu sıkıştırdı kemer. İçinde birçok kelime göğsüne hücum etti. Yutkunmaya çalıştı. Beceremedi yine. Sesler birbiri içine geçti. Başının uyuştuğunu hissetti. Olduğu yerden göç etti düşünceleri. Hemşirenin enjektörü yere düşürdüğünde çıkan sesi duymadı. Göz kapakları iki sevgilinin kucaklaşması gibi sarıldılar birbirlerine. İçinde, en çok kanayan yerinde bir acı hissetti.
“Korunmak mı? Irmak ve Deniz olacak isimleri. Sen de istiyorsun biliyorum. Artık vakti geldi. Seni seviyorum.”
İçinde o geceki gibi bir yabancı hissetti. Gözlerini açmaya zorladı. Yeşilde boğuldu gözleri. Olmadı. İçine bir çift göz baktı. “Ölmek ya öldürmek” dedi. İçinde yankılandı ses. Dişiliğinin uyuşmasıyla bir serinlik filizlendi içinde.
“Irmak ve Deniz olacak isimleri. Kimse dokunmayacak onlara, onlar da kimseye. Kimsenin el izi olmayacak üzerlerinde. Kimse ezemesin diye okuyacaklar. Okuyacaklar ki bizim gibi olmasınlar. Kaltak. O ellerini kırarım senin. Seni seviyorum.”
İlk kez başkaları dokunuyordu kadınlığına ve onlara. İçinden onlar çekilip alındı. İçindeki kocaman boşluğu hissetti. Üzerindeki el izleri hariç artık her şey sadece kendisine aitti. Gülümsedi. Yutkundu da. “Bir kuş kadar hafifim” dedi, “artık uçabilirim.”
Gözlerini açtı. Gülümsedi. Karşısındaki iki bacağı arasındaki derin vadiyi örten yeşil kumaşa dağ kondurdu bir tane. Bir tane de ırmak ve ırmağın döküldüğü deniz. İki de martı çizdi. Yutkundu yine. Gülümsedi.
Sedyeye kondu. “İki saat” dedi hemşire, “iki saat sonra gidebilirsiniz.” Doğumhanenin kapsını itti hasta bakıcı. “Yeniden doğdum” dedi. İçinde birçok anlam buldu bu sözü.
“Kâğıt helva da alacağız onlara. Kâğıttan gemi. Karton bebeklere kâğıt elbiseler.”
Gene yutkundu. İçindeki tok ses kendini boğdu kadının kanında. Yatağa uzandı. Çantasını açtı. Biletini kontrol etti. “Kâğıt” dedi, “bu bilet de kâğıt.”
(*) P.Neruda’nın sorular isimli kitabından
17 Temmuz 2007 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder