AvaMgardisTiyatro Kollektifi

tiyatroavam.blogspot.com

AvaMgardisTiyatro Kollektifi olarak elimizden geldiğince oyunların tekstlerini tiyatroavam.blogspot.com adresinden yayımlayacağız... Tüm dostlara duyrulur...







27 Aralık 2007 Perşembe

Bir İp Oyunu ve Bir İp Cambazı

Çıkarıp da başını gizlediği bedeninden havayı kokladı. Böcek sokması gibi bir yanma hissetti. Oysa hiç de can yakıcı değildi hava; açıktı, aydınlıktı. Uzun boyuna rağmen kırk numara olamamış ayaklarından sağ tarafta olan küçük bir hamle yaptı. Sonra dünyanın en büyük günahını işlemiş gibi durdu. Bir güvercin taş duvarın üzerine kondu. Güvercinle göz göze geldi. Sen de hayat kadar güzelsin demeyi istedi güvercine sözcükler karşısındaki ip gibi düğümlendi boğazında.

Bacaklarında on binlerce karınca yürüyormuş gibi hissetti. Garip bir rüzgar saçlarının arasından geçti. İçinde bir şeylerin eksildiğini hissetti. Ellerine baktı önce sonra da güvercine. Hayatında hiç güvercine değmemişti elleri. Eksik kalan çok şey var demeyi çok istedi, gözleri gene karşısındaki ipe takıldı.

Bir rüzgar gene gelip saçları arasından geçti. “Ayşe” dedi, kısık bir sesle. İple oynamayı severdi demeyi denedi, olmadı. Gözleri güvercinin gözlerinde boğuldu.

“laleli bir içeriye gir
laleli iki ormandaki tilki
laleli üç atlaması güç
laleli dört eteğini ört
laleli beş mezarımı eş…”

Mezarımı eş… Gülümsedi. Mezarını düşündü. Nerde olacaktı acaba? Ailesine, dostlarına verecekler miydi cansız bedenini. Hayır vermemeliydiler. Onun o savunmasız, o güçsüz ve o onsuz bedenini kimseye göstermemeliydiler. Bunu da söylemek istedi. Yok… Yapamadı.
Kaba bir sesle irkildi, uyandı sanki birden. İlkin anlamadı söylenen şeyi. Sesin geldiği tarafa doğru boş boş baktı. Kısa bir süre sessizlik kapladı boş ve karanlık avluyu. Sonra bir daha yinelendi az önceki ses. “İnfaz başlasın.”

Başlıyordu işte kısacık ömrünün en uzun yolculuğu.

“laleli bir içeriye gir.”

Diz kapaklarına gelen tabureye doğru iki koca adım attı. Çamura saplanmış gibi ayakları zorlandı. Bedenini taşıyan iki tahta parçası gibi, az sonra sobayı tutuşturacak iki tahta parçası gibi dışladı ayaklarını. Güvercin hala duvarın tepesindeydi. Gözlerine baktı güvercinin bakışlarını yakalayamadı.

“laleli iki ormandaki tilki”

Sonra bir eli hissetti pazılarını kavrayan. Bir çırpıda taburenin üzerine çıkmıştı. Omzuyla dirseği arasında bir yerde garip bir acı hissetti. Tiki ısırığı gibi bir acı… Ellerine baktı. Sanki ona ait değilmişler gibi yabancıydı elleri.

“laleli üç atlaması güç”

İp...
Boğazında düğümlenen onca sözcüğün, cümlenin üzerinde bir düğüm daha atılmıştı sanki. Sanki değildi. Öyleydi. Güvercine bakmaya çalıştı. Arkasındaydı güvercin. Olmadı. Sözcükler acıttı boğazını. Karanlık… Sağ yanında birileri bir şeyler söylemeye başladı. Taburenin üzerinden o yana baktı. “Dua” dedi, “istemez.” Gece sessizliğe teslim oldu yeniden. Güvercin sağ kadının altını gagaladı. Ve gecenin sessizliğine yıldırım gibi indi yere düşen tabure. Güvercin havalandı gökyüzünde herhangi bir yere.

“laleli dört eteğini ört”

Az sonra taburenin yerle buluşmasından, yere yatırdılar onu boğazında düğümlenen onca cümleyle. Sonra bir sedye getirip başucuna, yatırdılar son kez rahat bir döşeğe. Üzerini beyaz bir çarşafla örttüler.

“laleli beş mezarımı eş…”

Sonra yıkamadan bile onu, tabutsuz beyaz bir kefenle gömdüler bir kimsesizler mezarlığına.

Yesin diye bedenini bir kez daha köpekler…